İlk izlenimlerimle hemen başlayayım. Bulgarlar her ne kadar eski sisteme lanet okusalar da eski sistemin onlara bıraktıgı planlı, iyi organize edilmiş şehri hemen fark ediyorsunuz. Geniş yeşillendirilmiş caddeler, birbirine yürüme mesafesinde parklar, eski de olsa geniş toplu taşıma sistemi ilk göze çarpanlar. Binalar halen eski, fakat çok değil bir 5-10 yılda bunların yenileneceği ve Sofya’nın daha da güzelleseceği aşikar. Binaların eskiliğine ragmen (kendi gelir seviyelerine göre)kiralar çok yüksek. 60 m2 eşyali bir evin kirası 400 euro civarında. Üniversite mezunlarının işe giriş ücretlerinin 400 euro civarında olduğunu söylersek mukayese yapma sansimiz olabilir.
İlk kez Türkiye’ye göre fiyatların daha duşuk olduğu bir ülkeye seyahat ettim. Şimdi batılıların ülkemizin tadını nasıl rahatça çıkarttıklarını daha iyi anladım. İstediğiniz kadar yiyin için ödeyeceğiniz hesap İstanbul’dakinin üçte biri oluyor. AB öncesinde Bulgaristan’da turistler ve bulgarlar için ayrı fiyatlar varmış, ama AB sonrası fiyatlar standartlaştırılmıs.
Şehir merkezi tertemiz, ki eskiden çok daha temiz olduğu, deterjanla yıkandığı söylenir. İnsanlar gelir seviyelerine göre iyi giyinmeye çalışıyor, her ne kadar tarzlarından hoşlanmasam da şık giyiniyorlar. Tabii bir kesim var ki ayaklarında beyaz converse’ler ve adidas ürünleri ile Bağdat Caddesi’ni anıştırıyor. Ama bu kesim henüz çok ama çok azınlıkta.
Sofya denince aklıma gelecek bir başka şey de lüks araç sayısındaki fazlalıktı. Caddeler çok pahalı araçlarla dolu idi. İstanbul’dan sonra bu kadar çok sayıda lüks aracı Sofya’da gördüm. İstanbul’u az çok anlayabilirim, 70 milyonluk bir ülkenin ticari başkenti. Peki ama Sofya nedir ki? 8 milyonluk ülkenin 1.5 milyonluk başkenti ve Bulgar ekonomisi ne uretiyor? İllegal işlerin yaygın oldugu, bu lüks araçların biraz da bu illegal işlerin meyvesi olduğu ve sahiplerinin pek de uzun yaşamadığını, yaşam felsefelerinin bari kısa hayatımızı doya doya yaşayalım olduğunu söylüyorlar.
Bunlar ilk izelnimlerim. Peki nerelere gidilmeli? Alexandr Church şehrin en önemli turistik mekanı. Bizim Ayasofya’nın muadili. Ayasofya’nın taşıdığı önemi taşır mı tarihte bilmiyorum. Ayasofya kubbesi ile mimaride çığır açmıs bir mekandır. Alexandr Church hakkında fazla bir bilgim yok. Alexandr Church’un etrafında çok sayıda turistik eşya satıcısı mevcut. Eski sisteme ilişkin ne varsa satılık. Paralar, madalyalar, Sovyet imali fotoğraf makineleri, daktilolar, sikkeler. Hatıra eşya almak için en uygun yer burası.
Alexandr Church’in hemen yakınında rus kilisesi var. Rus kilisesi altın sarısı kubbeleriyle daha süslü, göze daha hoş geliyor. Oturmak icin Onda Caffe çok iyi bir seçim olur. Hemen rus kilisesinin karşısında. Café olarak ikinci önereceğim mekan By The Way’dir. İstiklal’deki Cadde-i Kebir ya da Kaktüs’ün muadili gibidir. Daha bilenlerin gittiği, yol üzeri olmayan bir mekandır. Kitlesi ile aranızda hemen bir yakınlık hissediyorsunuz. Garsonları da aynı sıcaklıkta.
Batı ülkelerinde şehrin veya üniversitelerin en onemli yapılarının kütüphaneler olduğunu söylersek yanılmayız herhalde. Mesela ABD’de Harvard Üniversitesi’nin en önemli övünç kaynağının kütüphanesi olduğunu ve kampüs içerisindeki en gösterişli yapının da kütüphane binası olduğunu hatırlatayım. Sofya’da da kütüphane binası şehrin merkezinde ve devasa.
Sofya Universitesi Bulgaristan’in en önemli üniversitesi ve burda okumak bir gurur kaynagi teskil ediyor.
Bir iki kavşakta bulgar kahramanlarının heykellerini göreceksiniz. Bunlar yeni Bulgar devleti tarafından yapılmış heykeller. Osmanlı’dan bağımsızlıklarını 1900’lerin başında kazanmış bu devletlerin ancak şmdi bağımsızlıklarına kavuşmuş olmaları, yeni yeni bir tarih inşa etmeye çalısmalari insanın ilgincine gidiyor. Fukuyama tarihin sonunu getirmişken Balkan ülkeleri tarihlerini yazmaya yeni başlıyorlar. 21. yy dünyası kafaları iyice karıştırıyor.
Tarih deyince Osmanlı’dan bahsetmemek olmaz. Bulgaristan Yıldırım Bayezit sonrasında Osmanli’nın yönetimine geçmiş ve yaklaşık 500 yıl Osmanlı yönetiminde kalmiş. Ama bugün şehri gezdiğinizde bir cami haricinde Osmanlı’ya ilişkin hiçbir şey göremiyorsunuz. Osmanlının burada hiç bir şey bırakmamış olduğu düşünülemez. Sanırım ya 1900’lern başında ya da 1990’lardaki Bulgarlastırma zamanında Osmanlı yapıları yok edilmiş. Oysa Osmanlı yapıları bugün hiç bir sanatsal değeri olmayan daha çok işlevsel amaçlı Sovyet yapılarından çok daha fazla zenginlik katardı Sofya’nın estetiğine.
Dönüs yolunda yanıma bir kepçe operatörü oturmuştu. Bulgarların türklerden hoşlanmadığını, bunun sebebinin de Yıldırım Bayezit olduğunu, Yıldırım Bayezit ve ordularının Bulgar kızlarına pek de hoş şeyler yapmadıklarını duymuş bulgarlardan. O da Yıldırım Bayezit’in “bu kapasitede biri olmadığını, Fatih Sultan Mehmet gibi biri olduğunu, bu tür şeyler asla yapmayacağını” söylüyormuş Bulgar arkadaşlarına.
İzmirli Mevlut bir Türk inşaat firmasında çalışmak için Bulgaristan’a gelmiş. Henüz 3 aydır Bulgaristan’daymış. Önceki gece 2 yaşındaki kızının sesine dayanamadığını, hemen izin isteyip kızını görmek için yola koyulduğunu anlattı bana. Önce İstanbul, sonra İzmir. Ne de heyecanlı idi. Isı birikip dönmek istediğini ama 3 aydır Şirkette çalışmamasına rağmen 2 aylık maaşının içerdi olduğunu, eğer dönerse 1 aylık maaşını vermeyeceklerini söyledi. Bütün maaşlarını tam alabilmesi için 12 ay burada çalışması gerekiyormuş. Mevlut’a 12 ayin sonunda da inşaat firmasının mutlaka kendisine bir şekilde kazık atacağını, bir kişim maaşını alamayacağını düşündüğümü söylemedim. Şirket maaşını vermezse ne yapabilir, hakkını nasıl arayabilir? Nasıl da gayri insani bir durum. Günde 12-14 saat çalışıyorsunuz ve bunun karşılığında da alacağınız 3 kurusu yalvar yakar alabiliyorsunuz. 21. yüzyılın köleliği de bu olsa gerek. Mevlut’un aylığı 1000 Euro imiş. Ayni şantiyede çalışan Bulgar isçilere ise 600-700 levha, yani 350-400 Euro veriliyormuş.
Fakat Türk isçilerin daha çok çalıştığı, patronların Türkleri tercih ettiğini soyluyor Mevlut. Türk isçiler daha çalışkan ve daha becerikli imiş. Bulgarlar cuma aksamları isi birikip diskoya giderlermiş, keza Cumartesi Pazar da öyle. Oysa Türk isçileri cuma cumartesi de çalışıyormuş. Mevlut uyanmış, “aslında onların yaptığı doğru diyor.””
Mevlut de hayatında diskoya ilk kez Sofya’da gitmiş, diğer pek çok arkadaşı gibi. Ve diğer arkadaşları gibi onun da Bulgar sevgilisi varmış.
Yine ondan aktarıyorum Türkleri Bulgaristan’da en fazla sevenler çingenelermiş. En alttakiler yani. Bulgar sosyetesi dediği Sovyetlerin Bulgaristan’a yerleştirdiği şimdiki Bulgarlar Türkleri aşağı tabaka olarak görüyormuş.
Sofya’da Sovyetlerden kalma çok sayıda heykel var. Bu heykellerin sanatsal değeri yok. Devasa heykeller. Yıkık dökükler. Sofya yönetimi her ne kadar hazzetmese de bu heykelleri korumalı bence, sonuçta bir donemin sembolleri onlar. Bir 50 yıl sonra bugünkü kuşaklar göçtükten sonra Sovyetleri anlatacak tek şey onlar kalmış olacak. Osmanlı eserlerine yaptıklarını Sovyet eserlerine yapmasınlar, tarihten hınç almaya çalışmasınlar. Ben söyleyeyim de onlar ister yapsın ister yapmasın:):)
Yukarıda kepçe operatörünün duygusal seklide savunmak zorunda kaldığı tarihsel olgulardan bahsedelim. Bütün Balkanlarda ayni görüsün hakim olduğunu en bastan söyleyeyim.
Kızın ilk gece hakkı sadece Osmanlı sancaklarına ait bir şey değildir bu Avrupa’da feodalite zamanında derebeyliklerde mevcut olan bir sistemdir. Ayrıca yeniçeri sistemi sebebiyle ailelerden koparılan en sağlıklı ve zeki çocuklar yüzünden de Osmanlıya kızgınlar. Bu kızgınlık pekâlâ anlaşılabilir ama sunu bilmiyorlar: Osmanlı yeniçerilerini mutlaka gayrimüslimlerden devşirmiyordu, yeniçeriler arasında Türk ailelerden devşirme çocuklar da vardı. Ayrıca devşirilen her çocuk da mutlaka yeniçeri yapılmıyordu. Enderun’da yetişen gayrimüslim çocukları Osmanlının yönetiminde yer alıyorlardı. En iyisi bu konuda Mülkiye’den hocam Albert Ortaylı’nın “Tarihimiz ve Biz” kitabinin ‘Osmanlının Balkan Fütuhatı’ ve ‘Balkanlarda Osmanlı Hâkimiyeti’ bölümlerini okumanız. Devşirilen çocuklar ve ilk gece hakki konusunda Boston’da MIT’den bir Bulgarlar bir tarih muhabbeti yapmak zorunda kalemistim. Sosyal bilim okumamışlara “tarihi kendi tarihsel koşulları içinde değerlendirmek gerekir” fikrini anlatmak niçin bu kadar zor? 500 yıl öncesine buğunun değer yargılarıyla ve buğunun maddi koşullarından bakmanın doğru olmayacağını örneklerle açıklamaktan dilimde tüy bitti!
İlber Ortaylı hocamızdan hatırladığım bir aniyi araya sıkıştırayım. Mülkiye’de ya 3 ya da 4. sınıf öğrencisiyiz. İlber Ortaylı’dan Türk İdare Tarihi dersi alıyoruz. Vizede hocanın sorduğu 50 puan değerindeki soru şu: Aşağıdaki şehirleri çizeceğiniz dünya haritası üzerinde gösteriniz? Şehirler hangileri mi? Aklımda kalanlardan bazıları: Varna, Dubrovnik, Yemen, Viyana, Kudüs. Bu şekilde 10 civarında şehir adi vardı. Bu kadar temel düzeyde bir coğrafya ve tarih bilgisine sahip olmayanı bu okuldan mezun etmem demişti. Bu kadar temel duzeyde bir coğrafya ve tarih bilgisine sahip olmayanı bu okuldan mezun etmem demişti.
Bulgaristan’ın niçin kolaylıkla AB üyesi olduğunu veya AB’nin onu nasıl kolaylıkla kabul ettiğini Sofya’ya ayak bastığınız anda rahatlıkla anlıyorsunuz. Evet, fakir görünen bir ülke ama yine de kendinizi Avrupa’da hissediyorsunuz. Ayni şeyi İstanbul sokaklarında dolaşsanız hissedemezsiniz. Sultanbeyli değil kastettiğim; Taksim’de dolaşsanız da ayni. Bundaki en önemli etken Bulgarların eğitim seviyesinin yüksekliği. Hemen HDI Human Development Index’e bakalım. Evet, bu indexte Bulgaristan 53, Türkiye ise 84. sırada. Bulgaristan gelişmiş toplumlar, Türkiye orta gelişmiş toplumlar kategorilerinde bulunuyor.
HDI hakkında kısa bir not verelim. HDI insanlardaki ne kadar uzun sure yasayacaklarına ilişkin beklenti, 15 yas ustu okur yazarlık oranı, okumuş veya okuyan insan sayısı ve kişi başı GSYIH oranlarının bileşiminden oluşan bir index. Bu index 177 ülkeyi 3 ayrı kategoriye ayırıyor. Yüksek, orta az gelişmiş. Toplumların gelişmişliği hakkında en nesnel karşılaştırmayı sağlıyor bu index. Türkiye’yi sıralamada buralara prangamlaysan herkese bin lanet okuduktan sonra yolumuza devam edelim. Index için
Gelişmişlik indexinde aramızdaki 30 ülkeye rağmen benzerliklerimiz hiç de az değil. Düğün konvoyları oluşturup, kornalara basarak hem trafiği kilitlemek hem de gurultu kirliliği yaratmak konusunda indisteki sıralamamız ayni. Pazar günü en az 5-6 düğün konvoyu Sofya’yı allak bullak etti. Hepsinde de gelin arabaları lüks jipslerdi. Gösterişe düşkünlüğümüz de aynı.
Gelinle damat şehrin önemli ve güzel yerlerinde fotoğraf çektiriyorlar. Bu bizde yok mesela. Boston’da Common Park’ta rastlardık benzer şeylere. Bir çiftin fotoğrafını çektim, hemen tiyatro binasının önünde.Gelinle damat şehrin önemli ve güzel yerlerinde fotoğraf çektiriyorlar. Bu bizde yok mesela. Boston’da Common Park’ta rastlardık benzer şeylere. Bir çiftin fotoğrafını çektim, hemen tiyatro binasının önünde..
.
En güzel caddesi trafiğe kapalı olan Vitosa Street’dir. Eğer hava güzelse bu cadde üzerindeki cafe-barlarda oturup muhabbetinizi yaparken yoldan gelen geçenleri seyredebilirsiniz. Bu cadde ile ayni adi taşıyan dağa çekip Sofya’ya tepeden bakabilirsiniz. Dağın yukarısında 5 yıldızlı bir otel-kayak tesisi var, çok çirkin bir otel ve kanımca ancak 3 yıldız eder. Bu otelden müthiş bir manzara var. Fakat hava soğuk olduğu için bahçe kapılarını kapatmışlar, dışarıya çekip Sofya’nın fotoğraflarını çekemedik. TV verici istasyonuna gidin, ortan fotoğraf çekin dediler. Orda da çok da dostça görünmeyen kopeklerden dolay içeri giremedik.
Sofya ilk Balkan seferim oldu, fazlasıyla memnun kaldım. 2 gün Sofya’yı gezip görmek için yeterli.
Sofya fotograflari icin tiklayiniz:
Yorum Gönder